Tarım dahil olmak üzere kanuni sınırlamalar çerçevesinde teknolojinin her alanındaki buluşlara yeni olması, buluş basamağı içermesi ve sanayiye uygulanabilir olması şartı ile patent belgesi verilir.
Bu tanımdan da anlaşılabileceği üzere bir buluşa patent belgesi verilebilmesinin üç ön koşulu bulunmaktadır. Bunlar; yenilik, buluş basamağı ve sanayiye uygulanabilirliktir.
Yenilik koşulu, bir buluşun tüm Dünya’da toplumca ulaşılabilir kaynaklarda bulunmamasını ifade eder. Bir başka ifade ile patent korumasından yararlanması beklenen buluşun kamuya sunulmamış olması, toplumca erişilebilir basın yayın araçları ile açığa çıkmamış yeni bir buluş olması gereklidir. Bu bakımdan kanunda düzenlenen yeniliği etkilemeyen açıklamalar dışında, patent ile koruma altına alınması amaçlanan buluşun, başvuru yapılana kadar gizli tutulması gerekmektedir. Aksi takdirde buluş alenileşecek ve topluma ait buluş haline gelecektir.
Buluş basamağı ile ifade edilmek istenen kriter ise, bir buluşun ait olduğu teknik alandaki objektif bir bilim insanınca aşikar bir biçimde belirlenememesini, buluşa ilişkin bilgiye ulaşılamamasını ifade eder. Bu objektif kişi ortalama zekaya sahip bir kimse olarak kabul edilir. Örneğin fiziksel bir buluş mevcut olduğunda kriter olarak alınacak objektif kişi Albert Einstein olmayacaktır. Bu objektif kimse aynı zamanda her türlü kaynağa erişme imkanına sahip olan, gerekli her türlü teçhizatı bulundurma kabiliyeti olan bir kimsedir. Dolayısıyla bir buluşun ait olduğu teknik alandaki objektif bir kişiye göre aşikar olup olmadığı incelenirken bu kimsenin her türlü kaynağı kullanabileceği kabul edilir. Örneğin; pahalı bir makinaya bu kişinin hukuken ulaşabileceği kabul edilir.
Tescili amaçlanan buluş niteliğindeki bilgi, ait olduğu teknik alanda belirli bir teknik ilerlemeyi barındırmalıdır. Örneğin; telefon güncelleme yazılımları bu bakımdan patentlenemezler. Bu noktada esasen amaçlanan patent belgesi verilecek buluşun bilime katkı sağlamasıdır. Küçük teknik ilerlemeler ise buluş basamağı içermediklerinden patentle korunamazlar.
Sanayiye uygulanabilirlik kriteri ise, buluşun tarım dahil sanayinin her alanında uygulanabilirliğini ifade eder. Bu kriterle saptanmak istenen, buluşun insanlığın eriştiği sanayii teknolojisi ile üretime konu olup olamayacağıdır. Bununla birlikte buluş bu kriter kapsamında da uygulanabilir bir niteliğe haiz olmalıdır. Örneğin; üçgen şeklinde bir tekerler sanayiye uygulanabilirlik kriterini karşılamadığından tescil edilemez.
Bu şartları karşılayan ve Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 82 maddesi kapsamında belirlenen istisnalara dahil olmayan buluşlar, patent belgesi ile korunabilecektir.
Bir patent belgesinde, başlık, özet, tarifname, istemler ve (tercihen) resimler bölümü bulunur. Buluşun açık bir şekilde ifade edilmesi, buluşun patentlenebilirliği bakımından önem arz eder. Yukarıda ifade ettiğimiz objektif kimse, patent belgesini okuyarak koruma altına alınan buluşu uygulayabilmelidir. Nitekim patent belgesinde bulunması istenen bölümler, tüm Dünya çapında aynı şekilde uygulanmaktadır.
Patent belgesi sürecine başlamadan önce, buluşun yeni olup olmadığına ilişkin olarak gerek ulusal veya uluslararası patent veri tabanlarında araştırma yapılmalı, gerekse de toplumca ulaşılabilir kaynaklar irdelenerek buluşun yeni olup olmadığına ilişkin bir fikir elde edilmelidir.
Kanuni şekil ve esasa uygun şartları taşıyan buluşlar, başvuru sürecinden sonra geçireceği idari süreci başarılı bir şekilde tamamlamaları halinde patent belgesi ile korunurlar. Patent belgesi, sahibine 20 yıllık bir koruma sağlar. 20 yıl boyunca patent belgesi ile korunan buluş, sahibinin izni olmaksızın uygulanamayacaktır. Bu hususta SMK hükümlerince belirlenen patent hakkının sınırları istisnadır.
Patentli buluşa ilişkin olarak yıllık ücretler Türk Patent ve Marka Kurumu’na ödenmesi de buluşa ilişkin korumanın devamlılığı açısından önemlidir. Belirlenen sürelerde ödenmeyen yıllık ücret olması durumunda koruma altında olan buluş artık topluma ait olacaktır.
Nihayet yıllık ücretleri düzenli olarak ödense de patentler 20 yıldan fazla korunamazlar ve topluma ait olurlar.
Markalar, diğer sınai haklar gibi tescil edildikleri takdirde ülkesel bir korumaya hak kazanırlar. Bir başka anlatım ile her ülkenin yetkili-ulusal marka ve patent ofisi nezdinde kazanılan marka tescili, hak sahibine bulunduğu ülke sınırları içerisinde koruma sağlar.
Markanın uluslararası koruma elde etmesi üç şekilde mümkündür;
- Her ülkenin yetkili marka patent ofisinde ayrı ayrı başvuruda bulunmak,
- Bölgesel marka patent ofisleri nezdinde başvuruda bulunmak (Ör: EUIPO, ARRIPO.),
- Madrid sistemi ile uluslararası başvuruda bulunmak,
Tek bir başvuru ile birden fazla ülkede marka tescili kazanabilmek için ülkeler uluslararası toplu veya karşılıklı anlaşmalar yapmıştır. Bunların en bilineni ise markaların uluslararası tescilini sağlayan Madrid sistemidir. Madrid sistemi sayesinde, başvurucu markasını tescil etmek için her bir ülkenin marka patent ofisine ayrı ayrı başvurular oluşturmak zorunda kalmayacaktır. Böylelikle hem zaman hem de para kaybının önüne geçilmiş olacaktır. Bununla birlikte ARRIPO, EUIPO gibi bölgesel marka ve patent otoriteleri aracılığı ile belirli bir bölgede tescil başvurusunda bulunmak da mümkündür. Madrid sistemi ise aynı anda Afrika, Amerika, Avrupa, Asya gibi bir çok pazarda tek bir başvuru ile tescil elde etme imkanı sağlar.
Madrid Sistemi ile tek bir başvuru ile birden fazla markette hem tescil kazanmak hem de kazanılan tescilin devamlılığını sağlamak mümkündür. Bununla birlikte Madrid sistemi ile tek bir dil seçilerek dosya açılacağından çeviri masrafları da azalmaktadır. Her ülkede ayrı ayrı tescil yapılması halinde ödenecek masraflar ise tek işlemde İsviçre Frangı cinsinden ödeneceği için tescil masraflarını da oldukça azaltan bir sistemdir. Son olarak tek bir merkezden yürütülen marka başvurusu sayesinde farklı ülkelerin yetkili marka patent ofisleri nezdinde yapılan işlemleri kolayca yönetilebilirliği sağlanır.
Madrid sistemine göre yapılan ulusal başvuru ile sözleşmeye taraf ülkeler nezdinde marka başvurusu yapılabilecektir. Ancak belirtmek gerekir ki her bir marka başvurusu tescil için başvuru yapılan ülke mevzuatına göre değerlendirilecek ve ona göre tescil edilebilecektir. Bir başka anlatımla Madrid Sistemi başvuruda kolaylık sağlar, ancak marka incelemesinde her bir ülkenin kendi iç mevzuatı uygulanacaktır.
Madrid sisteminin hukuki çerçevesini; 1891 tarihli Madrid Anlaşması, 1989 tarihli Madrid protokolü, ortak düzenlemeler, idari yönlendirmeler ve her ülkenin yerel kanunları oluşturur.
Markanın yerel ofis nezdinde tescilli olması veya tescil başvurusunda bulunulmuş olması, Madrid Sistemi nezdinde tescil alabilmek için şarttır. Tescil olan markaya ilişkin uluslararası başvuru Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) nezdinde incelemeye alınır ve uluslararası marka gazetesinde yayınlanır. Uluslararası incelemeye alınan başvuruya ilişkin olarak WIPO hak sahibine sertifika gönderir.
Son adımda ise tescil istenen her ülke kendi kanunlarına göre markanın tescil edilebilirliğine ilişkin incelemelerini yapar. Uygun bulunduğunda da marka uluslararası alanda tescil kazanır. WIPO sözleşmeye taraf ülkelerin kararlarını başvuru sahibine bildirir. Bu bildirimler ile de uluslararası tescili amaçlanan markanın hukuki koruma çerçevesi oluşur.
Sözleşmeye taraf olan ülkelerce yerel kanuna dayanarak yapılacak inceleme sonucunda markanın ilgili ülkede tescil edilemeyeceği sonucuna da ulaşılabilir. Bu bakımdan yapılan değerlendirme sözleşmeye taraf diğer ülkelerdeki incelemeyi ise etkilemez. Sözleşmeye taraf olan ülkeler bu incelemeyi 12-18 ay içinde bitirmek zorundadır.
Uluslararası marka tescilinde dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da Nice Antlaşması uyarınca belirlenen mal ve hizmet sınıfları bakımından yerel başvuru ile uluslararası başvuru aynı mal ve hizmet sınıflarını kapsamalıdır.
Markanın uluslararası tescili bakımından seçilecek yol, market stratejisi ile doğrudan ilgilidir. Girilmek istenen piyasa belirlendikten sonra yol haritası çizilmeli ve ülkeler belirlendikten sonra en uygun uluslararası tescil sistemi seçilerek yola çıkılmalıdır.
Marka teşebbüsünüzün, işletmenizin yaptığınız faaliyet kapsamında ilgili tüketiciler nezdinde oluşan algısına hitap eder. Bir ürün veya hizmet satın alım sürecinde markanın birçok fonksiyonu ortaya çıkmaktadır. Örneğin garanti ve kalite fonksiyonu ile bir markaya ait belirli kalitedeki bir ürünü satın alan tüketici, daha sonra aynı ürünü satın almaya karar verirken marka sayesinde yine işletmenizin üretimi ürünlere yönelecektir. Markanın ayırt etme, iletişim, garanti – kalite, kaynak gösterme gibi birçok fonksiyonu bulunmaktadır. Bu fonksiyonları sayesinde tüketici bir ürün veya hizmet satın alımında, satın alıma karar vermeden önce ve sonrasında işletmeniz/teşebbüsünüz ile bir bağ kurar. Tüketici ile işletmeniz arasında kurulan bu bağ ekonomik bir değer arz eder, ancak tescil edilmek şartı ile.
Markalar tescilsiz olarak da hukuken koruma kapsamındadır. Türk Ticaret Kanunu’nun Haksız Rekabete ilişkin hükümleri tescilsiz sınai haklar bakımından uygulama alanı bulmaktadır. Ancak bu koruma, tescil ile kazanılan münhasır hak bakımından değerlendirildiğinde zayıf bir koruma olarak kalacaktır.
Tescilsiz bir markanın ihlali durumunda haksız rekabet hükümlerine başvurulduğunda birçok ispat zorluğu ile karşılaşılacaktır. Tescilli markalarda ise marka hakkı bir belgeye bağlandığından ispat kolaylığı mevcut olacaktır. Bununla birlikte tescilsiz bir sınai hakka ilişkin açılacak dava Ticaret Mahkemelerinde görülür iken, tescillenen sınai haklara ilişkin davalar Fikri ve Sınai Haklar İhtisas Mahkemelerinde görülecektir.
Markaya iltibas, yetkisiz kullanım halleri Sınai Mülkiyet Kanunu kapsamında düzenlenen özel bir suç türünü oluşturmaktadır. Haksız rekabet suçuna nazaran daha ağır cezai müeyyideler öngören bu hükümden yararlanabilmek için de markanızı tescil etmeniz gereklidir. Bunun yanı sıra açılacak hukuk davalarında öne sürülebilecek talepler ve imkanlar bakımından Sınai Mülkiyet Kanunu özel bir kanundur. Tescilli bir marka sahibi, SMK kapsamında düzenlenen taleplerde bulunabilecek, toplatma ve el koyma gibi tedbirleri ivedilikle harekete geçirebilecektir.
Ekonomik bakımdan markaya yapılan reklam harcamaları, tescil belgesine bağlanan bir marka için boşa gitmeyen yatırım anlamına gelmektedir. Gerçekten tescil edilmiş bir markaya yapacağınız reklam ve tanıtım harcamaları neticesinde tüketici algısında marka bilinciniz artacak ve markanız günden güne değer kazanacaktır.
Markalar yenilenmek şartı ile sınırsız süre ile kullanılabilir. Markanın 10 yıllık koruma süreci sonunda yenilenmesi durumunda bu koruma sınırsız olarak uzatılabilir. Bu durumda da yaratılan değerli bir marka, bir malvarlığı gibi devamlılık arz edecek ve nesilden nesile aktarılabilecektir.
Bu durumda, markanız mirasen intikal edebilir, haczedilebilir, rehnedilebilir ve teminat olarak gösterilebilir. Bu durumda gayri maddi bir haktan elde edilecek gelir işletmenizi zor koşullarla karşı karşıya kalması durumunda rahatlatabilir, maddi malvarlığınıza üzerine gelebilecek örneğin bir haciz işlemini bu şekilde bertaraf edilebilir veya nakit para ihtiyacı oluşabilecek durumlarda markanızı teminat göstermek sureti ile kredilendirme imkanlarından yararlanılabilir.
Değinmiş olduğumuz hukuki işlemlerle de birçok hukuki çare üretilebilmek ile birlikte marka ilişkin hukuki işlemlerden en önemlisi, markanın lisans olarak verilebilirliğidir. Gayri maddi bir hak olması sebebi ile markaların birden fazla kişiye kiralanması (lisanslanması) mümkündür. Dolayısı ile münhasır lisans verilmesi yani markanızı tek bir kişinin kullanımına vermeniz durumunda, lisans sözleşmesindeki bedel artacaktır. Tercihe ve projeye göre markanızı tek bir kişiye lisansa verebileceğiniz gibi, birden fazla kişiye lisanslayarak gelir elde etmeniz de mümkündür.
Marka tescil edilmesi halinde, marka hakkı münhasıran marka sahibine ait olacaktır. Markanızın bir benzerinin kullanılmasının yanı sıra, Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde tescil amacı ile başvuru yapılması halinde de yayımlanan markalara itiraz süreci, tescilli bir marka sahibi açısından daha rahat geçecektir.
Endüstriyel Tasarım tescili; ürünlerin dış görünüşlerinin, estetik özelliklerinin koruma altına almayı amaçlar. Markalar kaliteli ürünleri kalitesiz ürünlerden ayırt ederken, tasarımlar ise kaliteli ürünlerin satışı sırasında tüketicinin kararını etkiler. Belli kalitedeki ürünleri almak isteyen tüketici artık o ürünün dış görünümü ile ilgilenecek ve kendisine hitap eden ürünü satın almaya yönelecektir. Böylelikle ürünlerin dış görünümü de piyasada oldukça büyük bir ekonomik değeri ifade etmektedir.
Sınai Mülkiyet Kanunu 55. Maddesi vd. düzenlemeleri ile bir ürünün dış görünümünü korumayı amaçlamaktadır. Buna göre ürünün tamamındaki veya bir kısmındaki estetik, süsleme niteliğindeki çizgi, renk, şekil ve biçimsel farklılıklar Endüstriyel Tasarım belgesi ile koruma altına alınmaktadır. Nitekim ürünün dışında olmayan, görünmeyen parçaları da SMK 56/2. maddesi uyarınca koruma altına alınamayacaktır.
Bir ürünün belirli şekillerde üretilmesi zorunlu ise, yedek parça niteliğindeki ürünler de dahil olmak üzere bu ürünlere ilişkin zorunlu dış özellikler kimsenin tekeline bırakılamaz. Bu durum toplumun menfaatinin bir gereğidir. SMK 58/4-c bendi uyarınca bu tür tasarımlar koruma kapsamı dışında tutulmuştur.
SMK uyarınca bileşik ürünler de koruma kapsamına alınmıştır. Bileşik ürünler takma çıkarma yöntemi ile ayrılabilen ve/veya bir araya getirilebilen monte edilebilen ürünleri ifade eder. Bu düzenlemede esasen amaçlanan ürünün bir kısmının da dış özellikleri itibari ile korunmasını mümkün kılmaktır. Bileşik ürünlerde de koruması amaçlanan bir parça olması durumunda bu parça tasarım korumasından yararlanabilmek için görünür durumda olmalıdır. Örneğin; bir arabanın iç aksamındaki parçaların dış görünümleri, dışarıdan görünmediği için tescille koruma altına alınamaz. Ancak farları görünür niteliktedir ve tüketici kitlesine hitap eder.
Her sınai hak gibi tasarımlar da yeni ve ayırt edici olmak koşulu ile koruma altına alınırlar. Yenilikte aranan Dünya çapında bir yeniliktir.
Tasarımlar tescil edilmeseler dahi, kamuya ilk sunulduğu tarihten itibaren 3 yıllık süre zarfında koruma elde edebilirler. Ancak tescilli bir tasarım 5 yıllık koruma ve toplamda 5 kere de yenilenebilmek sureti ile 25 yıl boyunca korunabilecektir. Ayrıca tescil belgesi ile tasarım üzerinde münhasır hak sahipliği konusunda kuşkuya yer verilmeyecek ve olası mahkeme süreçlerinde ispata muhtaç bir konu oluşturmayacaktır.
Tasarım belgesine sahip olan kişi, kendi tasarımının aynısını veya ilk görüşte kendi tasarımı ile ayırt edilemeyecek kadar benzer, genel izlenim itibari ile ayırt edilemeyen tasarımların üretilmesini engelleyebilecektir. Ürünlerin genel izlenim itibari ile birbirlerine benzerliği, incelemeye konu ürünün kullanıcısının göstereceği dikkat ve özene göre tespit edilecektir.
Bununla birlikte şahsi deneme amaçlı ticari olmayan fiiller, kaynak göstermek ve tasarımın kullanımına zarar vermeyecek şekilde eğitim – öğretim amacı ile yapılacak incelemeler, ticari amaçlı ise dürüstlük kuralına aykırı olmayan fiiller hukuka uygun kabul edilir.
Tasarım başvurusunda bulunurken şekil şartlarına dikkat edilmeli ve Locarno Anlaşması uyarınca sınıflandırmaya uyulacak şekilde ürün sınıflandırması yapılmalıdır.
Tasarımcı ise isminin belirtilmesini isteyebileceği gibi, isminin gizli tutulmasını da tercih edebilecektir.
Tasarımlar da diğer sınai haklar gibi bültende yayınlanarak 3. Kişilerin görüşüne sunulur. 3. Kişiler yayına itirazda bulunabilir. İtirazlar Kurum tarafından incelenir ve karara bağlanır. Kurumun nihai kararlarına ilişkin olarak iptal davası yoluna gidilebilir. Süreci başarı ile tamamlayan bir tasarım başvurusu, Endüstriyel Tasarım Belgesinin tescillenmesi ile 5 yıllık koruma elde eder.
Tasarımlar yenilenmemeleri halinde koruma süreleri bittiği tarihten itibaren SMK kapsamındaki korumadan yararlanamazlar. Hak kayıplarının önüne geçebilmek için yasal süreler içerisinde idari harçlar yatırılmalıdır. Aksi takdirde koruma altında olan tasarım topluma ait olacak ve herkes tarafından kullanılabilir hale gelecektir.
Marka koruması sahibine münhasıran yetkiler veren mutlak bir haktır. Güçlü marka koruması ise tescil sonucunda elde edilir. Elbette ki tescilsiz markalar söz konusu olduğunda haksız rekabet koruması da gündeme gelebilecektir, ancak markanın tescilli olması, sahibine daha geniş imkanları kullanma yetkisi verir. Örneğin Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 30. Maddesi kapsamında düzenlenen markalara iltibas suçu, tescilli markalar için uygulanan bir müeyyidedir.
Peki bu korumalar kapsamında e-ticaret sitelerindeki pazar yerleri veya sosyal medya üzerinden yapılan kullanımlar bakımından markamızı nasıl koruyabiliriz? Haksız rekabet koruması bakımından tescilsiz markaların korunması internet ortamında da mümkün olabilse de iddiaların somutlaştırılması, marka sahipliğinin ortaya konulması gibi hususları somutlaştırmakta ve hukuki süreçte olguları ispatlamakta güçlüklerle karşılaşılması muhtemeldir. Tescilli bir marka nasıl ki somut kullanımda sahibine daha geniş yetkiler veriyorsa, sanal kullanımda da sağladığı koruma geniş olacaktır. Nitekim markaya iltibas oluşturacak şekilde, sahibinin rızası olmadan kullanmak sanal ortamda da olsa suç oluşturmaktadır. Bununla birlikte tespit, durdurma, önleme ile maddi ve manevi tazminat talepleri her halde mümkün olacaktır.
Zararlardan sorumluluk noktasında internet sağlayıcısı ile pazar yeri sağlayıcıları bakımından da sorumluluk gündeme gelebilmektedir. 5651 sayılı kanun kapsamında harekete geçilerek, ihlali yapan kimseler gibi internet sağlayıcısı ve/veya pazar yeri sağlayıcıları bakımından da ihlali işleyen kimseler gibi sorumlu tutulmaları gündeme gelebilecektir.
Günümüzde Facebook, İnstagram gibi sosyal medya mecraları üzerinden de ticari faaliyetler günden güne artış göstermektedir. İşbu kullanımlar hukuka uygun boyutta olabileceği gibi marka iltibası şeklinde hukuka aykırı boyutlara da ulaşabilir. Sosyal medya üzerinden yapılan haksız kullanımlar da bu bakımdan engellemesi gereken hukuka aykırı bir fiil teşkil etmektedir.
Tescilli bir marka bakımından elde edilecek koruma ise hukuki ve cezai boyutta incelendiğinde sahibine daha geniş yetkiler vermekte, maddi manevi tazminat talepleri dışında örneğin itibar tazminatı gibi talepleri de ileri sürme yetkisini marka sahibine verebilmektedir.
Yurtdışı Pazar yerleri bakımından durumu incelememiz gerekir ise; marka tescili ile elde edilen hakkın ülkesel olduğunu göz önünde bulundurmamız gerekir. Zira, sınai haklar tescil ile kazanılırlar ve koruma kapsamında ülkesellik ilkesi geçerli olacaktır. Bu ilke gereğince örneğin; Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde kazanılan bir marka tescili neticesinde, tescillenen marka Türkiye sınırları içerisinde koruma elde edecektir. Türkiye’de tescillenen bir markaya dayanılarak (tanınmış marka gibi istisnai haller hariç olmak üzere) yurt dışında koruma talep edilemeyecektir. Peki bu durumda ne yapılmalıdır?
Öncelikle markanın kullanılacağı pazarlar tespit edilmelidir. Burada yapılacak tespitte hangi ülkelerde koruma edileceği ortaya konulduktan sonra, markalara ilişkin olarak ülkemizin de taraf olduğu uluslararası antlaşmalar veya bölgesel fikri mülkiyet ofisleri üzerinden sürecin şekillendirilmesi gerekir. Bu noktada önemli olan markanın korunması istenen sahaların hangi kıtalarda bulunduğu, markanın kullanılacağı mal ve/veya hizmetlerin ihraç edilebileceği yeni pazarların tespit edilebileceğidir.
Tespitler noktasında ulaşılan veriler neticesinde markanın hangi uluslararası tescil yolu ile koruma talep edebileceği somutlaşacaktır. Markanın koruma talep edeceği ülkeler belli bir kıtadaki ülkeleri içeriyor ise bu bakımdan EUIPO, ARRIPO vb. fikri mülkiyet hakları tescil ofisleri nezdinde süreç başlatılabileceği gibi, farklı kıtalarda koruma talep edilmesi halinde daha geniş bir koruma amaçlandığından Madrid Sözleşmesi ve Madrid Protokolü kapsamında yapılacak tek bir marka başvurusu ile farklı kıtalarda geniş bir koruma elde edilebilecektir. Bununla birlikte tek bir ülkede koruma istenmesi durumunda doğrudan o ülkedeki yetki sınai hakları tescil eden bölgesel fikri mülkiyet tescil ofisine başvuruda bulunulabilecektir.
Sınai hakların tescili etkin korumanın ilk adımıdır. Ancak Sınai Mülkiyet Kanunu kapsamında sağlanan ayrıcalıklı korumadan yararlanabilmek için, sınai hakları ihlal eden kimselere karşı hukuki aksiyon alınması gerekmektedir.
Ülkemizde artık dijitalleşen ticaret ile birlikte sınai hak ihlalleri özellikle de marka ihlalleri de sanal ortama taşınmıştır. E-ticaret sitelerinde, markanıza benzer şekilde iltibas yaratarak menfaat sağlayan üçüncü kişiler, markanızın bire bir aynısını kullanarak farklı mallar satan kimselerle karşılaşmanız artık olağandır. Bu tür durumlarla karşılaşıldığında ise ivedilikle hukuki aksiyon almak, zararın büyümesini önlemektedir.
Hukuki süreçler bakımından marka hakkı, diğer sınai haklardan farklılık arz eden özellikler göstermektedir. Örneğin iptal müessesesi yalnızca markalar için söz konusudur veya Sınai Mülkiyet Kanunu kapsamında yalnızca marka hakkını ihlal eden kişiler bakımından hapis cezası ile yaptırım öngörülmüştür.
Bu bakımdan; markanın sahibi dışında kimseler tarafından SMK 7. Madde kapsamında kullanılması, taklit edilmesi, markalı ürünleri satmak, dağıtmak, ticaret alanına çıkarmak, ithal veya ihraç etmek, ticari amaçla elde bulundurmak veya markalı ürünlere dair üçüncü kişiler ile sözleşme yapmak için öneride bulunmak marka hakkına tecavüz oluşturur.
Bu durumla karşılaşan marka sahibi; maddi-manevi tazminat, itibar tazminatı, markaya tecavüzün önlenmesi, durdurulması ve giderilmesi, gerekli tedbirlerin alınması ile mahkeme kararının ilanını talep ve dava edebilir. Marka hakkının sınırları açısından olay irdelenmeli ve gerçekten bir tecavüz olup olmadığı tespit edilmelidir.
Ayrıca, mutlak ve nispi ret nedenleri barındıran tescilli markaların hükümsüzlüğü kullanılmayan markanın iptali ile Türk Marka ve Patent Kurumu nezdinde yürütülen idari süreç neticesinde verilen kararların iptali davaları bakımından aksiyon alınması da marka hakkının efektif korunmasını sağlar. Nihayet markaya tecavüzde bulunan kimseler bakımından suç duyurusunda da bulunulması mümkündür.
Tescil edilmemiş sınai haklar veya ticaret unvanına iltibasta bulunulması halinde ise haksız rekabet davası ile tazminat talepleri ve durdurma ve önlenme talepleri öne sürülebilecek, kararın ilanı talep edilebilecektir.
Genel olarak ise sınai hakların tecavüzü halinde maddi ve manevi tazminat istemli davalar, tecavüzün durdurulması ve önlenmesi davaları açılarak sınai hak korunur. Bu bağlamda özellikle bu hakların gaspı ile lisans sözleşmeleri kapsamını aşan kullanımlarla karşılaşılmaktadır.
Tasarım, patent ve faydalı model ile korunan hakların da Sınai Mülkiyet Kanunu kapsamında belirlenen kriterleri taşımadığının ispatlanması koşulu ile hükümsüzlüğü mahkemeden talep edilebilir.
Tasarım hakkı sahibi; tasarımı gasp edilmiş ise sona erdirilmesini, kendisinin tasarımcı olarak belirtilmesini ve kısmen hak sahibi ise kendisine kısmi hak tanınmasını mahkemeden talep edebilir.
Nihayet sınai hak sahipleri aşağıdaki talepleri mahkemeler nezdinde ileri sürebilir;
- Fiilin tecavüz olup olmadığının tespiti,
- Muhtemel tecavüzün önlenmesi,
- Tecavüz fiillerinin durdurulması,
- Tecavüzün kaldırılması,
- Maddi ve manevi tazminat,
- Tecavüz fiilinde kullanılan cihazlara el konulması, bu cihazlarda kendisine mülkiyet hakkının tanınması,
- Tecavüzün devamının önlenmesi ve bu bakımdan masrafları tecavüz edene ait olmak üzere el konulan ürünlerin ve cihazların şekillerinin değiştirilmesi, varsa üzerindeki markanın silinmesi ve sınai hakka tecavüz kaçınılmaz ise imhasını,
- Kesinleşmiş kararın gazete veya benzeri vasıtalarla ilan edilmesi.
Fikri ve Sınai haklara ilişkin uyuşmazlığa bakan mahkemeler, Ankara, İstanbul ve İzmir’de ihtisas mahkemesi olarak teşkilatlanmıştır. Fikri haklara ilişkin davaların takibi yalnızca mesleki yeterlilik değil, mesleki uzmanlık gerektirmektedir. Dava aşamasına gelmeden danışmanlık hizmetleri ile de sınai hakların hukuki olarak verimli kullanılması, tescili mümkün olan sınai haklara yatırım yapılması, özellikle markaların kullanımı, patent – faydalı model ve tasarımlara ilişkin AR-GE faaliyetleri bakımından fiillerin kapsamının belirlenmesi ile dava yoluna gitmeden dahi büyük maddi menfaatler elde edilmesi mümkündür.
Çağımız artık teknoloji çağı. Artık her anımızı sanal ortamda paylaşıyor, gündelik haberleri sanal ortamdan takip ediyor ve hatta televizyonda izlediğimiz dizileri bile sanal televizyondan takip ediyoruz. Sanal televizyonculuk denince akla gelen ilk marka ise hiç şüphesiz Netflix®.
Netflix® en son Kore yapımı olan Squid Game isimli dizisini yayınladı ve tüm Dünya çapında büyük ses getirdi. Öyle ki artık bu dizide kullanılan motifleri, örneğin güvenlik görevlilerinin taktığı maskeleri e-ticaret sitelerinden almak mümkün.
Netflix® ise bu diziye ait isim olan Squid Game markası için başvurusunu yapmış durumda. Bu yazımızda Netflix Studios LLC, Squid Game özelinde nasıl bir merchendising stratejisi izliyor ve potansiyel fikri haklarını neler olabilir bunları inceleyeceğiz, ancak yasal olmasa da uyarmakta fayda görüyoruz, diziyi izlemeyenler için spoiler içerebilir.
Netflix Studios, çok sayıda ülkede Squid Game markasının tescili amacı ile geçtiğimiz haftalarda başvuruda bulundu. Marka tescil başvurusunda bulunan ülkeler arasında; Amerika Birleşik Devletleri, Güney Kore, Arjantin, Avrupa Birliği, Peru, Filipinler ve Kanada gibi farklı ülkeler yer alıyor. Peki, Netflix Studios yalnızca dizinin ismini mi tescil edebilir? Ülkemizde kabul gören Sınai Mülkiyet Kanunu ışığında Squid Game dizisinde bulunan başkaca fikri haklar var mıdır?
Squid Game logosu ile birlikte tescil başvurusunda bulunulmuş durumda. Dizinin içeriğinde ise artık sosyal medyada fenomen haline gelmiş dizi motifleri de her gün konuşulmakta. Dizinin ilk oyunundaki oyuncak kız bebek motifi, ikinci oyununda eritilmiş şekerden yapılma daire, üçgen, yıldız ve şemsiye şeklindeki motifler de bir hayli ayırt edicilik kazanmış durumda.
Sınai Mülkiyet Kanunumuza göre kısaca markalar; bir teşebbüsün mal veya hizmetlerini, bir başka teşebbüsün mal veya hizmetlerinden ayırt etmeye yarayan her türlü işarettir. Squid Game dizisinde kullanılan bu motiflerin de şekil ve üç boyutlu “işaret” olarak kabul edilmekte ve hatta kullanım yolu ile de bir hayli ayırt edici hale geldiğinden marka stratejileri bakımından tanınmış marka talebi ile birlikte çok daha güçlü bir koruma elde etmesi de mümkün bulunmaktadır. Bununla birlikte yine bebek kız çocuğu motifi ile eritilmiş şeker üzerine işlenen daire, üçgen, yıldız ve şemsiye motiflerinin aynı zamanda endüstriyel tasarım olarak korunması da mümkündür. Bu durumda Netflix Studios’un ayırt edici işaretleri, aynı zamanda tasarım tescili ile de korunabilecektir.
Merchendising stratejisi ile dizinin unsurları ticarileştirilerek hayranları bakımından erişilebilir hale getirilerek, dizi bünyesindeki yaratımların ürünleştirilmesi amaçlanmaktadır. Bu bakımdan dizide katılımcı oyuncuların giydiği petrol yeşili – beyaz çizgili eşofmanlar ile oyunu düzenleyenlerin hizmetinde bulunan güvenlik görevlilerinin giydiği parlak pembe renginde kostimler ile, kare, üçgen ve daire şeklindeki maskeler merchendising stratejilerinin önemli bir unsurunu oluşturmaktadır. Bu ürünler bakımından esasen moda sektörü hızlı gelişen bir sektör olduğundan çokça tercih edilmeyen tasarım korumasından da yararlanılarak bu ürünlerin 25 seneye kadar korunması da mümkündür.
Kız çocuğu motifinin söylediği Kore dilindeki oyun şarkısının da kullanım yolu ile ayırt edici hale geldiğinden ses markası olarak tescil edilmesi ile de koruma elde edilebilecektir.
Netflix Studios, Amerika Birleşik Devletleri Patent Ofisi (USPTO) bünyesinde yapmış olduğu başvuruda başlıca; indirilebilir televizyon programları ve telefon uygulamaları, oyuncak bebekler, çantalar, kek stantları ve araç gereçleri, giysiler ve ayakkabılar gibi mal sınıfları ile eğlence hizmeti bakımından da tescil başvurusu yapılmış bulunmaktadır. Tüm bu mal ve hizmet sınıfları da Netflix Studios’un olası merchendising stratejileri konusunda bize fikir verse de işin somutlaştığında ne boyutlara ulaşacağı ise halen merak konusu.
Kaynak: https://www.wipo.int/pressroom/en/stories/squid_game_2021.html
Marka tescil ettirmek isteyen kişi ve kuruluşların çoğunlukla kullandığı bir ibare var; marka patenti. Peki marka patenti diye bir şey var mıdır? Yoksa bu kavram halkımız arasında kullanılan bir tabir sonucunda mu oluşagelmiştir bu yazımızda bu konuyu ele alacağız.
Esasında tescil ile koruma altına alınan sınai hakların Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde inceleme geçirmesi ve ardından kanuni şartları taşıyan sınai hakların tescil edilmesi ile sonuçlanan bu süreçte halkımız arasında yaygın ve yanlış kullanılan bir ibare vardır. Bu ibare patenttir.
Gerçekten de Sınai Mülkiyet Kanunu incelendiğinde patent, tescil belgesine verilen bir ad olmaktan ziyade; yeni olması, sanayiye uygulanabilir olması, buluş basamağı taşıması ile Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 82. maddesinde belirlenen konulara ilişkin olması halinde buluşların korunmasını temel alır.
Kökenine inildiğinde ise patent teorisi, toplum ile mucit arasında yapılan bir sözleşmeye benzetilir. Bu sözleşmeye göre mucit bir icat yapar, bu icadını tüm detayları ile topluma açıklar. Toplum bu icattan faydalanabilir. Ancak mucidin ödüllendirilmesi ve teşvik edilmesi lazımdır. Bu amaçla mucit, icadını belli süreliğine (çağdaş hukuk sistemlerinde bu süre 20 yıldır.) yalnızca kendisi kullanabilir. Yani patent teorisi, buluş sahibine icadını yalnızca kendisinin veya rızası ile başka kimselerinin kullanabilmesi için bir tekel hakkı tanır. Bu tekel hakkı tanınmaz ise mucit çok emek sarf ederek geliştirdiği icadından faydalanamayacak ve ekonomik semerelerinden de yararlanamayacaktır. Hatta öyle ki patent başvurularında buluş sahibi mucidin kim olduğu ayrıca belirtilmektedir.
Günümüzde artık buluş sahibinin belirtilmesi de, başvurucu kişi veya kuruluşların belirtilmesi de ayrı ekonomik ve manevi değer taşımaktadır. Gerçekten de patent başvuruları CVlerimizde muhakkak yer alırken, örneğin üniversitelerin üretkenlikleri de patent belgeleri ile ölçülmektedir.
Genel hatları ile değindiğimiz üzere patent kelimesinin, tescil süreci tamamlandığında resmi mercii tarafından verilen belgenin adı haline gelmesi günlük hayattaki yaygın ve yanlış kullanımdan kaynaklanmaktadır.
Markalar ise bir teşebbüsün mal ve/veya hizmetlerini, bir başka teşebbüsün mal ve/veya hizmetlerinden ayırt etmeye yarayan her türlü işarettir. Bu işaret kelime, harf ve sayı kombinasyonları, renk veya renk kombinasyonları, hareket, slogan, ses veya üç boyutlu marka şeklinde (sınırlayıcı olmayacak şekilde) ortaya çıkabilmektedir.
Marka tescil başvurusu ile başlayan süreç ile birlikte başvuru idari sürece girer ve resmi mercii tarafından incelenir. Kanuni şartları taşıyan bir marka başvurusu süreci başarı ile tamamlayarak tescil edilir ve markanın korunduğuna dair bir tescil belgesi düzenlenir. Konumuzda ele aldığımız marka patenti şeklinde kullanım, günlük hayatta marka tescil belgesine verilen bir isimdir.
Aynı şekilde diğer sınai haklara da bu idari süreci tamamladıklarında verilen belgenin adı tescil belgesidir. Endüstriyel tasarım, coğrafi işaret, faydalı model, patent, entegre devre topografyaları ve yeni bitki çeşitleri, resmi mercii tarafından verilen tescil belgesi ile başvuru tarihinden itibaren koruma altına alınır. Ülkemizde idari olarak sınai hakları incelemeye, tescil belgesi düzenlemeye ve bu belgeleri yenilemeye yetkili tek kurum Türk Marka ve Patent Kurumu’dur. Türk Marka ve Patent Kurumu bu idari süreci yönetmek, tescil belgesi düzenlemek, marka gibi yenilenebilen sınai hakları yenilemek veya üçüncü kişilerin itirazlarını incelemek gibi işlemler için harç alır. Bu masrafların tescil sürecine girilirken süresi içinde ödenmesi gerektiği de unutulmamalıdır.
Sonuç olarak; patent kelimesi buluşların korunmasına ilişkin hakkı ifade etmektedir. Günümüzde de yanlış kullanılan örneğin marka tescil edildiğinde “markamın patentini aldım” şeklinde bir kullanış yanlış bir kullanımdır.
Bu yazımızda sıkça karşılaştığımız bir soruya değinmek istedik. Marka tescil sürecine başlanırken karşılaştığımız en temel sorulardan biri de marka tescil başvurusunun kapsamının ne olduğudur. Bir başvuru ile birden fazla marka tescil edilebilir mi? Marka tescil başvurusu ile nasıl bir koruma elde edilebilir? Markanın hangi unsurları korunabilir? Bu sorular ışığında marka hakkı kapsamını kısaca ifade etmeye çalışacağız.
Öncelikle Sınai Mülkiyet Kanunu 4. Maddesi uyarınca marka; bir teşebbüsün mal ve/veya hizmetlerini bir başka teşebbüsün mal ve/veya hizmetlerinden ayırt etmeye yarayan isim, soy isim, kelime ve sayı kombinasyonları, logo, ses, hareket, renk veya renk kombinasyonları, hashtag (#) markaları, slogan markaları, üç boyutlu markalar gibi birçok şekilde somutlaşabilen her türlü işarettir. Bu hususta önemli olan, marka olarak belirlenen işaretin, kullanılacağı mal veya hizmet bakımından ayırt edici olmasıdır.
Makalemizin ana sorusunun cevabını iyi anlayabilmek için marka tescilinde kullanılan Nice sınıflandırmasına değinmek gerekir. 34 mal sınıfı ile 11 hizmet sınıfı olmak üzere toplamda 45 mal veya hizmet sınıfı bulunmaktadır. Uluslararası Nice anlaşması uyarınca kabul edilmiş bu sınıflar bakımından markanın kullanılacağı mal ve/veya hizmetler tespit edilerek Nice sınıflandırması belirlenir. Bu bakımdan incelendiğinde marka birden fazla sınıfta tescil edilmesi halinde, tescil edildiği her sınıf bakımından koruma elde eder. Dolayısıyla örneğin üç sınıflı bir marka başvurusu, marka sahibine ayrı ayrı sınıflarda üç marka koruması kazandırmış olacaktır.
Ancak sorumuzu farklı bir yönden incelediğimizde bir marka başvurusunda birden fazla işaret tescil edilebilir mi sorusu ortaya çıkmaktadır. Bu sorumuzun cevabı ise kesinlikle hayırdır. Her marka tescil başvurusunda tek bir işaret için tescil talebinde bulunulabilir. Hatta ilave etmek gerekir ki marka tescil başvurusunda Türk Patent ve Marka Kurumu’na sunulan işarette sonradan da bir değişiklik yapmak mümkün değildir. İşarette yapılan değişiklik için ayrıca başvuruda bulunulması gerekir. Hukukta egemen olan usul esastan önce gelir ilkesi Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından da katı şekilde benimsenmekte ve Sınai Mülkiyet Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik uyarınca belirlenen şekil kurallarına titizlikle uyulmaktadır.
Şekil kuralları, marka olarak tescil edilecek işaretin renk, hareket, ses veya üç boyutlu marka olması durumlarına göre farklı özellikler de gösterebilmektedir. Örneğin; renk markası tescili amaçlanıyorsa Kurum, marka başvurusunda bulunması gereken şekli belgelerin yanında, renk görseli ile bu rengin uluslararası renk kodlamasına karşılık gelen kodunun da belirtilmesini isteyecektir. Belirtilmemesi halinde ise önce eksiklik bildiriminde bulunarak başvuru sahibine iki ay süre tanıyacak, eksikliğin bu süre içinde giderilmemesi halinde de başvuruyu işlemden kaldıracaktır. Nitekim şekli eksikliklerin önemli bir kısmı marka tescil başvuru tarihinin kesinleşmesine de etki etmektedir. Örneğin; renk markaları bakımından pantone kodu belirtilmeyen bir başvuruda bulunulmuş ve iki aylık süre verilmiş ve başvuru sahibi bu iki aylık süre içinde eksikliği gidermiş ise, marka tescil başvurusu eksikliğin giderildiği tarih, saat ve dakika itibari ile kesinleşecektir. Başvurunun kesinleşmesi marka hukuku bakımından benimsenen öncelik ilkesi bakımından büyük önem taşımaktadır.
Sonuç olarak; bir başvuru ile birden fazla işaretin tescili mümkün değildir, ancak Nice antlaşması uyarınca ele alındığından bir markanın birden fazla sınıfta tescil edilmesi mümkündür. Böyle bir durumda marka sahibi örneğin 7,9 ve 12. Sınıflarda tescil ettiği markasını 7 ve 9. Sınıflar bakımından kullanabilecek, ayrıca 12. sınıf bakımından markasını lisanslayarak gelir elde edebilecektir. Bu kullanım şekli incelendiğinde bir işaretin birden fazla marka gücünde tescili mümkündür.
Marka, patent, faydalı model, endüstriyel tasarım ve coğrafi işaret gibi sınai hakların ihlali halinde hak sahiplerinin neler talep edebileceği Sınai Mülkiyet Kanunu uyarınca hükme bağlanmıştır. Ancak markalar bu bakımdan kendilerine özgü bir duruma haizdir.
Marka hakkının ihlali durumunda; patent, faydalı model vb. sınai haklardan farklı olarak cezai hüküm düzenlenmiştir. Gerçekten Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 30. Maddesi incelendiğinde marka hakkına tecavüz edilen marka hakkı sahibi, marka hakkına tecavüz eden kişilerin cezalandırılmasını mahkemeden talep edebilecektir.
Bu bakımdan kanun koyucu aşağıdaki fiilleri suç saymış ve cezai yaptırımlar ön görmüştür;
“Başkasına ait marka hakkına iktibas veya iltibas suretiyle tecavüz ederek mal üreten veya hizmet sunan, satışa arz eden veya satan, ithal ya da ihraç eden, ticari amaçla satın alan, bulunduran, nakleden veya depolayan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.
Marka koruması olduğunu belirten işareti mal veya ambalaj üzerinden yetkisi olmadan kaldıran kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.
Yetkisi olmadığı hâlde başkasına ait marka hakkı üzerinde devretmek, lisans veya rehin vermek suretiyle tasarrufta bulunan kişi iki yıldan dört yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.”
Görüldüğü üzere kanun koyucu marka hakkına tecavüz niteliğindeki fiilleri ifade etmiş ve sınıflandırarak her bir grup için ayrı cezai yaptırım ön görmüştür.
Günlük hayatta en çok karşılaşılan marka ile benzerlik yaratarak tüketicilerin yanıltılması şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Kanun koyucu yalnızca sonuç fiilini değil aynı zamanda ticari amaçlı her türlü faaliyeti de cezai yaptırım kapsamına almıştır.
Markanın mal veya ambalaj üzerinden yetkisiz kaldırılması veya marka hakkından yetkisiz şekilde yararlanılarak hukuki işlem yapılması da suçun diğer hallerini oluşturmaktadır.
Bununla birlikte suçu işleyen kişi hukuki olarak bir tüzel kişi ise bu tüzel kişiye özgü güvenlik tedbirleri uygulama alanı bulacaktır.
Başkasına ait markalı malları tedarik ederek satışa arz eden kimseler ise malları kimden temin ettiğini bildirmesi ve bu şekilde de taklit üretimin tespiti ile taklit ürünlere el konulması halinde haklarında cezai yaptırım uygulanmamaktadır. Kanun koyucu bu şekilde taklit üretimin kökenine inerek sorunu kaynağında çözmeyi amaçlamıştır.
Markalara özgü olan bu cezai hükümler bakımından değinilmesi gereken en önemli nokta; marka hakkının elde edilmesi gerekliliğidir. Marka hakkının elde edilmesi de marka tescili ile mümkündür. Tescilsiz kullanılan bir marka bakımından tecavüz fiilleri ortaya çıktığı hallerde haksız rekabete ilişkin cezai hükümler uygulanacak ve bu kurallar Sınai Mülkiyet Kanunu’nda düzenlenen cezai yaptırımlar kadar caydırıcı nitelikte olmayacaktır.
Marka hakkına karşı işlenen suçlar bakımından görevli mahkeme yine ihtisas mahkemeleri olan Fikri ve Sınai Haklar Mahkemeleri olacaktır.